Tarihsel süreç içerisinde etik kavramının birçok tanımı yapılmıştır.
Etik; insanların kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan;
“değerleri, normları, kuralları doğru-yanlış ya da iyi-kötü” gibi ahlaksal açıdan araştıran bir
felsefe dalıdır.
Günümüzde etik kavramı, daha çok iş hayatı içerisindeki davranış biçimlerini
irdeleyen, düzenleyen bir disiplin olarak görülmektedir.
Ahlak kavramı ise, kişilerin sosyal yaşam içerisindeki ilişkilerini düzenleyen bir
disiplin olarak görülmektedir.
Etik, her şeyden önce bütün etkinlik ve amaçların yerli yerine konulması, neyin
yapılacağı ya da yapılamayacağının; neyin isteneceği ya da istenmeyeceğinin; neye sahip
olunacağı ya da olunamayacağının bilinmesidir.
Etik; iyi, kötü, yararlı gibi sorunları inceleyen, ahlaki bir davranış kuralı ortaya
koyan, hangi davranışın iyi olduğunu, neyin yaşama anlam kazandırdığını gösteren ahlak
bilimi olduğuna göre, bu tanımın sınırladığı tüm değer, kavram ve eylemlere her bireyin
saygılı olması gerekir.
Tüm var olan ve kabul görmüş etik değerleri reddedebilmek mümkün değildir. Çünkü
etik değerler, insan yığınlarını toplum, insanları birey yapmaya yetebilecek güçte altyapı
oluştururlar. Toplumu oluşturan bireyler olduğuna göre, tek tek bireylerin ahlaki
gelişimlerinin ortalaması toplum ahlakını oluşturur.
Toplumsal yaşam içinde herkesin üzerinde anlaştığı, gittikçe genişleyen ortak bir
değerler sistemine ihtiyaç vardır. Toplumsal yaşama temel oluşturan bu etik değerler,
toplumda çekişen ve çatışan tarafların hiçbir ortak yanı kalmadığında bile ortak tutamak
durumundadır.
Fakat gerçek adaletin, sadakatin, dürüstlüğün ne olduğu, sürekli bir tartışma
konusudur. İnsanlar, en uygunsuz davranışlarını bile ahlaki sınırlar içinde göstermeye
çalışırlar.
Bir toplumun üyesi olmanın ilk koşulu, var olan ahlaki çerçeveyi kabul etmektir.
Toplum içerisinde değer karmaşası oluşması ve zamanla “faydacılığın” her şeyin önüne
geçmesi, etik kurallarının uygulanmasını etkiler. Bu durumda “toplumsal yozlaşma” ortaya
çıkar. Toplumda oluşan yozlaşma hayatın her alanını etkisi altına alır.
Günü kurtarma adına yapılan göstermelik çalışmalar, teknolojinin hızla gelişmesi,
bireylerin dengesiz ve kötü yaşam koşulları, aşırı hırs, bencil ve açgözlü davranmak, maddi ve
manevi tatminsizlik, servet açlığı, ideolojik ya da siyasal ayrımcılık yozlaşmayı tetikleyen
nedenlerin başında gelmektedir.
Toplumsal yozlaşmanın nedenlerini şöyle gruplayabiliriz:
-Kamu yapısından kaynaklanan nedenler
-Ekonomik yapıdan kaynaklanan nedenler
-Siyasal yapıdan kaynaklanan nedenler
-Bürokratik yapıdan kaynaklanan nedenler
-Toplumsal yapıdan kaynaklanana nedenler
-Tarihsel nedenler
Bir ülkede ekonominin kötüye gidişi toplumu ve doğal olarak fertleri etkiler. Bu
etkilenme zamanla yoksullaşmayı getirir. Bu da eğitim başta olmak üzere birçok alanı etkiler.
Fiziksel ve ruhsal anlamda sağlıklı insanlar yetişmesi güçleşeceğinden ahlaki yozlaşmanın
altyapısı oluşur.
Toplumun farklı kesimlerinin siyasi alanda kendini ifade edememesi, siyasetin dar bir
kesimin elinde kalarak kişisel çıkarlara alet edilmesi, siyasal kayırmacılık, rüşvet yozlaşmaya
neden olur.
Bilindiği gibi devletin vatandaşlarına sunduğu hizmetler bürokratik kurumlar
aracılığıyla sağlanır. Bu kurumlarda, adaletin eşit, hakça ve hızlı dağıtılamaması, parasal
gücün hak ve adaletin önüne geçmesi, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, dalkavukluk, yetkileri çıkar
karşılığı kötüye kullanma, rüşvet, zimmet, adam kayırmacılık, rant kollama gibi istenmeyen
davranışlar toplumdaki yozlaşmanın önemli sebeplerindendir.
Her yöneticinin tarafsız davranması ve politik yöneticilere tarafsız bilgi sunması
gerekmektedir. Yöneticilerin politize olması durumunda görev yaptığı kurum politik bir
görünüm kazanır, yönetici astları, yöneticiden çok politikayı araç olarak görürler. Sonunda
politik ilişki ve kayırma, yönetimsel yeterliliğe üstün tutulur.
Toplumsal yapıda oluşan kültürel bozulma da yozlaşmayı oluşturan önemli
unsurlardan biridir. “Toplumsal yozlaşma” nın önlenmesindeki etkili yollardan biri, “sosyal
adalet” in tesis edilmesidir.
“Sosyal adalet”, herkesin hakkının eşitlik ilkesine göre gözetilmesi, adaletin
yaygınlaştırılmasıdır. Yani; herkese kabiliyetine uygun yükselme imkânlarının tanınması,
insanlardaki doğuştan var olan yeteneklerin gelişmesine fırsat hazırlanması, herkesin ürettiği
hizmet ve yaptığı görev karşılığında hak ettiği maddi ve manevi mükâfata kavuşturulması,
sıkıntıların ve nimetlerin adalete uygun olarak dağıtılması demektir.
Sosyal adaletin yaygın olduğu toplumlarda insanlar tasada ve kıvançta ortak
davranmanın gereğine inanırlar. Böyle toplumlarda sosyal refah düzeyi de yüksek olur.
Bu sayede her fert, çabasının karşılığını görür, haksızlığa uğramaz; vazife, hak,
mükâfat hususunda herkes yarınından emin olur. Sosyal adalet, toplumda demokratik hak ve
hürriyetlerin herkese eşit ölçüde verileceği bir ortam hazırlar.
Hiç kuşkusuz sosyal adaletin, bir milletin bütün fertlerinde, bir devletin bütün
müesseselerinde yerleşmesi o ülke insanlarının çok dengeli ve mutlu bir hayat sürmelerine
sebep olur.
Doğru olanı savunmak cesaret ister. Cesaret; inandığımız şeyleri yapmak değildir!
Cesaret; doğru olanı, etik olanı yapabilmektir.
Sevgiyle kalın…