Okullar “Yüz Yüze Eğitim” e açıldı. Veliler, öğrenciler, öğretmenler ve yöneticiler
mutlu. Seven ve özleyenlerin kavuşması gibi her kes mutlu.
Umarız Millî Eğitim Bakanı Sayın Mahmut Özer’in; “tüm kademelerde, haftada beş
gün yüz yüze tam zamanlı olarak eğitim” temennisi ve tüm eğitim bileşenlerinin de bu
arzusu sekteye uğramaz.
“Kritik bir ortamda açılan okullarımızda, öncelikle hizmetli ve yardımcı personel
eksiğinin ivedilikle giderilmesi gerekmektedir.”
Okulların açılması ile okul bahçelerinde stant kurularak sağlık gruplarının, “aşı
olmayan ya da eksik doz aşı yaptıranların aşılarını tamamlamaları için” ikna çalışmaları
yapması güzel ve olumlu bir düşüncedir. Fakat hala gerekli aşılarını yaptırmayan ve
yaptırmakta inat eden, öğrencilerle bir araya gelmesi zorunlu olan; “öğretmen ve okul
çalışanları” büyük risk içermektedir.
İlgili personelden aşı olmayanların ise, “haftada iki kez PCR testi yaptırması” nda,
daha ilk haftada sorunlar yaşanmıştır. Kimi randevu, kimi de test sonucunu zamanında
alamamıştır. Bakanlığımızın bu tür sıkıntıları daha pratik çözebilme yöntemleri geliştirmesi
elzemdir.
Daha da kötüsü bu testi yaptıranlarda pozitif vakaların görülmesidir. Testi pozitif
çıkan öğretmenlerin derse sokulmaması durumunda, ilgili derslik öğrencilerine kimler ders
verecektir? Öğretmen vakaları arttıkça boş geçen dersler de çoğalacaktır. Bu duruma nasıl bir
çözüm düşünülmüştür?
ABD başta olmak üzere birçok ülkede, aşı olmayanlara getirilen sert önlemlerin
çoğaldığını haberlerde izlemekteyiz. Hayatın normalleştirilmesi için eğitimin
normalleştirilmesi şarttır. O yüzden tüm sağlık önlemlerinin eksiksiz ve ivedi alınarak
okulların açık tutulması çok önemlidir.
Bu ortamda, öğretmenlerimize, servis şoförlerine, servislerde görevli yardımcı
personele, okullardaki idari personele, kantin ve yemekhane çalışanlarına ve eğitim-öğretim
ortamına dâhil olan tüm çalışanlara “aşı olma zorunluluğu” getirilmelidir. Bu tedbir kamu
yararı ve biricik öğrencilerimizin sağlığı açısından elzemdir.
Umarız gelişmeler üzücü olmaz. Tüm öğrencilerimize, değerli eğitimcilerimize ve
ailelere sorunsuz verimli geçecek bir ders yılı diliyorum.
Diğer bir sorun da öğrenci ders kitaplarıdır. İki binli yıllarda, okullar açıldığında ders
kitabı temini, içinden çıkılmaz bir karmaşa içindeydi. Öğrenciler birkaç aya kadar kitaplarını
tamamlayamazdı. Mağdur ve bitkin düşerlerdi.
Üstelik her sınıfta farklı kaynaktan ders kitaplarının bulunması eğitim-öğretimdeki
birlikteliği de zorlaştırmaktaydı. Devletin, ders kitaplarını ücretsiz olarak basıp, zamanında
öğrencilere ulaştırması isabetli ve güzel bir uygulama olmuştur. Okul yönetimlerini ve velileri
büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştır.
Bu uygulamayla birlikte, okullara kaynak kitap alma yasağı da getirilmişti. Yani her
eğitim kurumu, devletin temin ettiği ücretsiz ders kitapları ile ders yapmaya başladı.
Denetimlerle kaynak kitap alımı engellenerek veliler de masrafa sokulmaktan kurtarıldı.
Uzun bir dönem sorunsuz yürüyen bu uygulama, zamanla işlerliğini yitirdi. Yasal
olmadığı halde, bir çok kurum ve öğretmen, devletin ücretsiz verdiği ders kitaplarını tercih
etmeyerek, kaynak ders kitaplarına yöneldiler. Tabi bu artışta, “Maarif Müfettişleri” nin teftiş
görevlerinin uhdelerinden alınmasında da büyük etki var. Çünkü okullar artık teftiş
edilmemektedir.
Neden öğretmenler devletin verdiği ücretsiz ders kitaplarını tercih etmeyerek velilere
yeniden fahiş fiyatlarla ders kitabı aldırmaktadırlar? Bu sorunun tek bir nedeni olmayabilir.
Tanıdığım öğretmen ve yöneticiler, “Bakanlığın bastırdığı kitapların güncelliğini
yitirdiğini, tekdüze olduğunu, öğrencinin ilgisini çekmediğini, müfredat programlarına
cevap veremeyecek düzeyde olduğunu” söylemektedirler.
Kaynak kitap aldırmanın başka gerçek nedenleri de olabilir. Doğrusu, alanda yapılacak
ciddi bir araştırma ile ortaya çıkacaktır.
Bu sorunun Milli Eğitim Bakanlığı tarafından araştırılarak sebebinin ortaya konması
ve ona göre yol haritası çizmesi gerekmektedir. Çünkü her yıl devletin ücretsiz dağıttığı
milyonlarca ders kitabı, büyük masraflarla, okullar açılmadan öğrenci sıralarına konulmasına
rağmen, bazı kurumlarda hiç açılmadan dönüşüme gönderilmektedir.
Burada yapılacak en isabetli karar, önce nedenin ortaya konmasıdır. Sonra da;
Bakanlık ya ücretsiz ders kitabı basmaktan vaz geçerek tercihi okullara bırakacaktır. Ya da
ders kitaplarındaki olumsuzlukları gidererek, ücretsiz basıp dağıtmaya devam edip, kaynak
kitap alımını “kesinlikle” yasaklayacaktır. Şu an ortada iki uygulama bulunmaktadır.
1.Devlet eliyle, devasa harcamalar yapılarak bastırılan ders kitaplarının ücretsiz
verildiği halde tercih edilmeyerek heba edilmesi.
2. Ücretsiz ders kitabı verildiği halde okullar tarafından velilere büyük masraflarla
yenide kaynak kitap aldırılması.
Artık bu ikilemin bir an evvel çözülmesi kaçınılmaz bir durumdur. Çünkü devletin
devasa masraflarının heba edilmemesi, ya da velilerin gereksiz yere masrafa sokulmaması
gerekir.
Bir eğitimci olarak kaynak israfının bir an evvel giderilmesini arzu ve temenni
etmekteyim. Eğitim, ihmal ve hata kabul etmez. Yanlışların telafisi zor, hatta bazen
imkânsızdır. Yetkililer bizzat alanda çalışan, uygulamaların içinde bulunan; öğrenci, yönetici
ve öğretmenlerin talep ve önerilerini dikkate almalıdır.
Eğitim tecrübe, gözlem, deney ve bilim işidir. Bunu herkes bilir, fakat uygulamak
zordur. Eğitim doğruyu arayıp bulan ve kararlılıkla uygulayanların elinde çağdaş hedefleri
yakalayacaktır.
Günümüzün eriştiği bilgi ve teknoloji düzeyi, çağdaş eğitimin gerektirdiği, bilimsel ve
doğru değişiklikleri zorunlu kılmaktadır. Küçülen dünyamızda, büyümemiz ve yarınlarımızın
aydınlığı çağdaş eğitim sayesinde olacaktır.
Sevgiyle kalın